Kaçış


 

16.05.2008 Saat 05:38, Üsküdar 
Alarmı duymamıştı. "Yine uyuyakaldım" diye geçirdi içinden. Sağına dönüp saate baktı, henüz çok erkendi. Ama güneş odasının her yerini aydınlatmıştı. İşe gitmek için evden 8'de çıksa yeterli oluyordu, o yüzden biraz daha uyumak için uğraştı. Ama olmadı. Yataktan kalktı ve yüzünü yıkamak için banyoya girdi. Aynaya baktığında burnunun kanadığını farketti. Her zamanki sıradan kanamalardan biridir diye düşündü ve eliyle temizlemeye çalıştı. Ama dinmiyordu bir türlü. Lavabonun içi kanla dolmuştu. Sonra aklına burnunun içine mendil tıkamak geldi. Bunu yapması kanı durdumuştu. "Bugün de geçse" diye söylendi. Ne de olsa akşam yapacağı yolculuk onu uzun süredir görmediği arkadaşlarının yanına götürecek, birkaç günlüğüne de olsa İstanbul'un kasvetli ve boğucu havasından kurtaracaktı.

 
Saat 18:10, Mecidiyeköy
İşyeri servisinin bile kalkmasını bekleyemeyip metro istasyonuna doğru yürümeye başladı hızlı adımlarla. Doğum günü olan arkadaşına hediye almak için Taksim'e uğramaya karar verdi eve gitmeden önce. Tam o sırada burnunun içinde süzülen sıvıyı hissetti yine, koşarak en yakın bakkaldan bir kağıt mendil alıp sabah yaptığı şeyi yaptı. Etraftaki insanlar garip bir şey görmüş gibi bakıyorlardı. Oysa buna aldırış etmeden koşar adımlarla kalabalığın içinde kayboldu. 

Saat 22:45, Harem 
Yolculuk için hazır gibi görünüyordu. Otobüs yolculuklarına alışkındı. Çok yorgundu, otobüse biner binmez uyumak istiyordu.
Otobüsün otogara gelmesi 45 dakika gecikmişti. Ayakta beklediğinden yorgunluğu bir kat daha artmıştı. Pek eşya koymadığı küçük bavulunu bagaja teslim edip koltuğuna oturdu.

17.05.2008 Saat 00:15, Maltepe çıkışı 
Uyumuştu yine her zamanki gibi. Çoğu kez okuldan eve dönerken şehir hatları vapurunda bile on dakika kestirirdi. Ne insanların gürültüsü, ne de aracın sarsıntısı onu etkilemiyordu. Ancak önündeki kadın koltuğunu en arkaya kadar yaslamasa iyi olacaktı. Hareket imkanı oldukça kısıtlıydı. İstese o da koltuğunu arkaya itebilirdi ama bu sefer de arkasındaki kişi rahatsız olacaktı. Bu şekilde idare etmek en iyisiydi.
Bir an üşüdüğünü hissetti ve ceketini üstüne örttü. Yarı uyur, yarı uyanık bir haldeyken otobüsün yaptığı ani frenle kendine geldi. Yaklaşık 10-15 saniyelik bir savrulmanın ardından çok büyük bir gürültüyle içinde bulunduğu otobüs öndeki kamyona çarpmıştı. Çarpmanın gürültüsünden bile ürkütücü olan yolcuların çığlıklarıydı. Önce kendine baktı, bir şeyi yok gibi görünüyordu. Çoğu yolcu yere düşmüş, bazıları başını çarpmıştı. Ama onun önünde düşeceği bir alan bile yoktu. Yanındaki adama baktı, patlayan dudağı çenesini kanlar içinde bırakmıştı. Hemen aklına iş çıkışı aldığı kağıt mendil geldi çıkarıp adama onu uzattı. Önündeki kadını kocası yerden kaldırmış sakinleştirmeye çalışıyordu. Etrafındakilere bakmaktan otobüsün ön tarafında neler olup bittiğe bakmayı unutmuştu. Şoför koltuğunun yerinde kamyonun kasası vardı artık. Neyse ki şoför kendini son anda geriye atmayı başarabilmişti. Olayın şokunu biraz olsun üstünden attıktan sonra otobüsün arka kapısından aşağı indi. Kimseye bir şey olmamıştı birkaç küçük yaralanma haricinde. "Çok şükür" dedi ve arkadan gelecek olan yeni otobüsü beklemek için otobanın kenarındaki taşlarda beklemeye koyuldu. Aslında geri dönmek de bir seçenekti ama gitmeyi kafasına koymuştu. 

Saat 03:00, İzmit yolu
Yeni gelen otobüste yine aynı koltuğa oturmuştu. Yanındaki adam yoktu bu kez, gitmişti anlaşılan. Kulaklığını takıp uykuya dalmak üzere bir kez daha yaslandı arkasına. Çalan şarkıdan mı yoksa o anda en arayıp sesini duymak istediği kişiyi arayamamasından mıdır bilinmez, gözlerinden birkaç damla gözyaşı süzüldü yanaklarına doğru.
"Gözleri senden uzaktı Fark edilmez bir tuzaktı Sana böylesi yasaktı Yapma dedim yaptın gönül O bir yolcu sen bir hancı Gördüğün en son yalancı İçindeki derin sancı Gitmez dedim kaldı gönül"
Tam 3,5 ay geçmişti onun gidişinin üzerinden. Günleri bile sayıyordu. Bu süre aynı zamanda onun bir başkasını seçişinin üzerinden geçen süreydi. İhanetin ve terkedilişin kahredici etkisi ve yarattığı kızgınlığa rağmen döktüğü göz yaşları aslında duygularının yaşanan gerçekleri umursamadan başına buyruk hareket ettiğini gösteriyordu. Her şeyi kendi kafasında kurguluyordu. Ona göre o gün burnundan akan kanlar içindeki zehrin dışarı çıkışını temsil ediyordu. İstanbul denen lanet şehirden birkaç günlüğüne de olsa uzaklaşması aslında bir "kaçış"tı onun için. Geçmişinden, sıkıcı yaşantısından, düşüncelerinden kaçıyordu. Otobüs kamyona çarptığında yüzünde hafif bir gülümseme belirmişti, "her şeyin sonu" diye düşünmüştü ama öyle olmamıştı. Böyle düşündüğünü birileri bilse ona bencil olduğunu söyleyebilirdi. Ama benciller kendini düşünürdü, o ise kendisinden kaçmaya çalışıyordu. Tüm bunları düşünürken bastıran uykuya yenik düştü yeniden... 

20.05.2008

About this entry